14 Kasım 2014 Cuma

Çıkarma işlemiyle imtihanım

Çıkarma işleminin nasıl yapıldığını hemen hemen hepimiz biliriz. Hatta yapamayanlarmız bile kendi kendimize yaptığımız şuna benzer konuşmaları hatırlayacaktır: 3'ten 5 çıkmaz. Komşuya gittik 1 aldık. 13'ten 5 çıktı 8 kaldı... 

Geçenlerde Ümit'le matematik sınavı için çalışıyorduk. Hangi konuların olduğunu sorduğumda "ikilik düzende toplama ve çıkarma da var ve çıkarmayı pek beceremiyorum" dedi. "Onluk düzenle arasında hiç fark yok sadece 10 kullandığın her yerde 2 kullanacaksın" dedim. Tabii ki beklediğim tepkiyi alamadım. Bunun üzerine çıkarma işlemini yukarıdaki öğrendiğim şekliyle örneklerle onluk düzende açıklamaya başladım.  










Sonra 1'den 3 çıkmadığı için komşuya gidip 1 alma mantığını anlatmaya başladım. 351 sayısının değeri aynı kalmak üzere daha başka şekillerde de yazabileceğimizi söyledim.  Bu dönüşümleri yukarıdaki basamakların hepsi altındaki basamaklardan büyük olana kadar devam ettirebileceğimizi de ekledim.

$351 = 3 \cdot 10^2 + 5 \cdot 10^1 + 1 \cdot 1 \cdot 10^0 = 3 \cdot 10 ^2 + 4 \cdot 10 ^ 1 + (10 + 1) \cdot 10^0 = 3 \cdot 10 ^2 + 4 \cdot 10 ^ 1 + (11) \cdot 10^0$

Bunu kullandıktan sonra işlem şu hali alacak:


Şekillerde kullandığım işaretleri açıklayayım önce. Kırmızı sayılar çıkarma işlemini yaparken değişikliğe uğrayan değerler. Oklar değişikliklerin hangi yönde meydana geldiğini ve okların başındaki ve sonundaki sayılar da değişime uğrayan sayıların nasıl değiştiğini gösteriyor. Yani yukarıdaki işlemde onlar basamağındaki 5 rakamı 1 azalarak 4 olmuş ve birler basamağındaki 1 ise 10 artarak 11 olmuş. Onluk düzende 9'dan büyük bir rakam olmadığından herhangi bir basamakta bulunan 9'dan büyük sayıları parantez içinde gösterdim.

Sonra bu mantığı daha belalı bir çıkartma işlemi örneği için de verdim.










1 alacağımız komşu hemen sol yanımızda değil, daha uzakta. O zaman aradaki basamakları da değiştirmemiz gerekiyor.

$100 = 1 \cdot 10^2 + 0 \cdot 10^1 + 0 \cdot 1 \cdot 10^0 = 0 \cdot 10 ^2 + 9 \cdot 10 ^ 1 + (10 + 0) \cdot 10^0 = 0 \cdot 10 ^2 + 9 \cdot 10 ^ 1 + (10) \cdot 10^0$





Yani aslında komşudan 1 almak, komşunun basamak değeri kadar sayıyı sağdaki basamaklara dağıtmak demek. Eğer komşu yüzler basamağındaysa 100 sayısını sağdaki basamaklara dağıtıyoruz. 10 tanesini birler basamağına kalan 90'ı da onlar basamağına.

Bütün bunları anlattıktan sonra Ümit'in verdiği tepkiden bu yaştaki çocukların bu kadar soyut düşünemediğini anladım. Başka bir yöntem bilmediğimden ilkokulda çıkartma işlemini nasıl yaptıklarını sordum. Kullandıkları yöntem ile toplama işlemi arasında mekanik olarak hemen hemen fark yoktu. Toplamada basamak toplamı 10'u geçince elde var 1 deyip bunu üstteki sayının hemen soldaki basamağına ekliyorduk. Çıkarmada ise alttaki basamak üsttekinden büyükse üstteki basamağa 10 ekleniyor ve buna karşılık alttaki sayının hemen soldaki basamağına 1 ekleniyor. Böylece yukarıdaki sayının basamaklarıyla oynamaya gerek olmuyor. Bu yöntemi bir örnekle açıklamaya çalışayım:








Bu işlemi yapmak istediğimizde sırasıyla şu adımları yapıyoruz. 0'dan 1 çıkmayacağı için 0 yerine 10 yazıyoruz ve bu sırada gökten inen 10 sayısı için soldaki basamağa 1 ekliyoruz. Burada dikkat çeken şey yukarıdan gelen 10 ile sola eklenen 1'in sayısal değerlerinin aynı olması, çünkü soldaki basamağın değeri bulunduğumuz basamağın 10 katıdır. İki sayıya da aynı miktarda ekleme yaptığımızdan işlemin değeri değişmemiş olur.

$a$ ve $b$ iki adet tam sayı olsun ve $a - b$ işlemini yapmaya çalışalım. $a$ sayısının bir $i$ basamağını (basamaklar en sağdan sola doğru 0'dan başlayarak indeksleniyor) 10 artırırsak ve aynı zamanda $b$ sayısının $i+1$ indeksli basamağını 1 artırırsak aşağıdaki gibi çıkarma işleminin sonucunun değişmediğini görürüz:

$(a + 10 \cdot 10^i) - (b + 1 \cdot 10^{i+1}) = (a + 10^{i+1}) - (b + 10^{i+1}) = a - b$


Bu yöntemi kullanınca aşağıdaki işlemi elde ediyoruz.



Onlar basamağı için de aynı yöntemi uyguluyoruz



ve doğru cevabı buluyoruz.

Birinci yöntemde ilk sayının değerini değiştirmeden bu sayıyı işimize yarayacak şekilde daha farklı yazarak problemimizi çözüyoruz. İkinci yöntemde ise iki sayıyı da aynı miktarda büyüterek farkın aynı kalmasını sağlıyoruz.

İkinci yöntemin birinci yönteme göre avantajı işlemde sadece yerel ve otomatik değişiklikler gerektirmesi. Yerelden kasıt her adımda sadece bulunduğumuz basamağı ve onun solundaki basamağı değiştiriyor olmamız. Birinci yöntemde komşudan 1 alırken komşunun bulunduğu basamakla bulunduğumuz basamak arasındaki her basamağı değiştirmemiz gerekiyor. Otomatik olması da yukarıdaki sayıya 10 (ya da kullanılan sayı sistemi hangisiyse o kadar, yani ikilik düzende 2) eklerken alttaki sayının hemen soldaki basamağına her zaman 1 ekliyor olmamız. Birinci yöntemdeki gibi değişik durumları ayrı değerlendirmemize gerek yok.

İlkokul ya da ortaokul başlarındaki çocuklar için sanırım ikinci yöntem daha kolay olacaktır. Belli bir soyut düşünme yeteneği kazanıldığında birinci yöntem gösterilebilir. Sonuçta birinci yöntem gerçekten verilen çıkarma işlemini yapıyor. İkinci yöntem ise elimizdeki işlemi bazı durumlarda aynı sonucu veren başka bir çıkarma işlemine dönüştürerek çalışıyor. Yani başka ama eşdeğer bir problemi çözmüş oluyoruz.

3 Ekim 2014 Cuma

İki Almanya'nın birleşmesi

Bugün 3 Ekim, resmi tatil. 1990 yılında iki Almanya bugün yeniden birleşti. Tatil günleri her yer kapalı olduğundan Fransa'ya, Wissembourg'a gidelim, orada biraz alışveriş yaparız biraz da gezeriz diye düşündük. Aklın yolu bir tabii ki. Milyonlarca Alman da aynı planı yapmış ki, olduça sıkışık bir tafikle sınıra varabildik. İlk durağımız Deutsches Weintor.

Almanya'daki Weinstrasse bu noktadan başlıyor.

Sınırı geçtikten hemen sonra da hedefimizdeki şehre ulaştık. Tabii ki yollar ve yol kenarları Alman plakalı arabalarla doluydu. Buna bir de trafik kurallarına uymayan sabırsız Fransız sürücüler eklenince arabayı ara sokakların birine park etmemiz yaklaşık on dakika filan sürdü.  

İlk önce ufak bir piknikten sonra şehir duvarlarının yanındaki parkta gezdik. Çocuklar tırmanma duvarında yeteneklerini her zamanki gibi gösterdiler.


Serkan tırmanıyor

Ümit tırmanıyor



piknik yaptığımız yer


Kanal kenarında eski Fransız evleri

Ümit kanala dalmış

Baştan aşağıya kuş saldırısına uğramış şehir duvarı

Şehrin en büyük kilisesi

Ardından dere kenarını takip ederek fıskiyeye geldik. Çocuklar burada biraz suda oynadıktan sonra alışveriş yapıp eve döndük.






28 Eylül 2014 Pazar

Okul gezisi: Taş devri

Ümit geçen hafta ilk okul gezisine gitti. Fen bilgisi dersinde taş devrini öğrendiklerinden bu konuda bazı deneme yapabilecekleri Edenkoben doğa bilimleri müzesinde bir gün geçirdiler ve gece de orada kaldılar. Müzede taş devrinde kullanılan bazı alet ve silahlar yapmışlar. Ayrıca taşların üzerine de çeşitli mağara resimleri yapmışlar. Aşağıda Ümit'in taş devrinden eve getirdiği örnekleri görebilirsiniz.

Bıçak

Odundan mum

Bence lombak ama işin uzmanları bunun mamut olduğunda hemfikir

21 Eylül 2014 Pazar

Okul festivali

Okullar açılalı iki hafta oldu ama ilk festival bu hafta sonuydu. Ebeveynlerin tanıştığı, çocukların da oyun oynadığı, bol bol yemek yenilen tipik Alman kutlamalarından biriydi. Okul kütüphanesine yardımda bulunmak isteyenler çocukların kütüphanede görmek istediği kitapları satın almak için gönüllü oldular. Evde yapılan yemekler misafirlere satıldı. Aidat karşılığı okul aile birliğine yeni üyeler  kabul edildi. Çocukların tek ilgilendiği şeyler ise oyunlar oldu. Ben de bu oyunların bazılarını kaydetmeye çalıştım.

Yürümeyi yeni öğrendiklerinde Ümit Serkan'ın arabasını itiyordu, şimdi sıra Serkan'da.

Ümit aslında destek tekerleri olan tek tekerlekli bisiklete binmek istiyordu ama iki çocuk bu bisikletlere el koyduğundan mecburen arabayla idare etmek zorunda kaldık. Ümit'i cinayet işlemekten zor vaz geçirdim.

Serkan perende atma konusunda da Ümit'ten birkaç adım önde ama kızlar sanki herkesten daha önde.

Bakalım bu okul Serkan'a ne kadar dayanabilecek?

20 Eylül 2014 Cumartesi

Filmlerde yaş sınırı

Bu akşam çocuklarla sinemaya gittik. Filmi de kendileri seçti, parçaları seyrettikten sonra. Filmin yaş sınırına baktığımızda FSK 12 ibaresi vardı, yanioniki yaşından büyükler için. Çocuklar birbuçuk yaş küçük kalıyorlar anlayacağınız. Ne yapacağız diye düşünürken imdadımıza başka bir kural yetişti. Eğer çocukların yanında ebeveynlerden en az biri varsa altı yaşından büyük çocuklar FSK 12 ibareli filmlere girebilirler. Bu bilgiyi biletlerin rezervasyonu sırasında da sinemadan teyit ettirdik. Aslında bu kural şu anlama geliyor: Bütün FSK 12 filmler aslında FSK 6 özelliklerini taşımalı. Peki o zaman neden iki değişik yaş sınırı var sorusu üzerine kafa patlatmayı başka bir zamana bırakıp yola çıktık. Rezervasyondaki biletleri film başlamadan yarım saat önce almak gerekiyor. Bu daha anlaşılır bir kural. Yani eğer film başlamadan yarım saat önce biletleri almadıysanız bunları sırada bekleyen başka sinemaseverlere satabiliriz demek. 

Tabii ki sinemaya film başlamadan onbeş dakika önce varabildik. Gişeye gittik ve "Rezervasyonumuz vardı" dedik. Görevli kadın listeye baktı ve "Filmden yarım saat önce gelmediğiniz için biletleri başkasına sattık" dedi. Hemen ardından da yeni bilet almamız gerektiğini ekledi. Doğruyu söylemek gerekirse bu cümleyi hala anlayabilmiş değilim. Yani bilet kalmadığı için başka birine bizim biletleri satmış ama o seans için hala boş yer var ya da ben bu kadar anlayabiliyorum. Hatta bize nereden yer istediğimizi bile sordu. Çocuklar arkada oturmak istedi ve üç adet biletimizi alıp Hercules adlı film için 10 numaralı salonda gittik.

Filmin başlamasına beş dakika vardı ve salonun onda biri belki doluydu. Gişedeki kadınla yaptığımız muhabbete gittikçe daha az anlam verebiliyordum. Ben hala Hercules film acaba gerçekten ebeveynler ile altı yaş sınırına sahip olabilir mi diye düşünürken ilk şok yola çıkmıştı bile. Gelecek filmlerin reklamları. Evet film belki gerçekten altı yaş içindi ama reklamlar değildi. İlk reklamda çocuklar hem gözlerini hem kulaklarını kapatıp eve gitmek istediklerini söylemeye başladılar. İkinci reklamda da (Dracula) bu durum devam edince salondan çıkıp dışarıda beklemeye karar verdik. Bu sırada Ümit neden korktuğunu açıklamaya başladı. İlk reklam günümüzde geçen bir olay olduğu için korkmuş, o zaman olaylar onun için gerçek oluyormuş. Dracula ya da Vikingler gibi filmlerdeki çok daha fazla ölüm sahnesi ise masal gibi etki yapıyormuş. Serkan daha aşırı tepki gösterdiğinden Vikingler ve Hobit reklamlarını dışarıda geçirdik. 

Bizim film başladığında bir kere daha denemeye karar verdik ve içeri girdik. Baştan sona kadar sayamadığım kadar çok insan öldürüldü filmde ama çocuklar eğleniyordu. Demek işin sırrı hikayenin gerçek olabilme ihtimaliymiş. Bizimkilerin bunu anlamak için kullandıkları tek kıstas da hikaye hangi zamanda nerede geçiyor sorusu. Günümüzdeyse ağiıyoruz, geçmişteyse gülüyoruz (ilk şoku atlatmak zaman alıyor ama). 

Sinema salonları reklam gösteriminde filmin yaş sınırına bağlı kalmayacaksa bir dahaki sefere işi sağlama alıp reklamlardan sonra içeri girmeyi düşünüyorum.  
  

7 Eylül 2014 Pazar

Hediye almanın temel teoremi

Teorem: Hediye alırken ne kadar karmaşık bir plan yaparsanız yapın, o planı boşa çıkaran basit bir çözüm vardır.

Bunun en sık örnekleri çocuklara alınan hediyelerde görülür. Çocuğa robot, mikroskop ya da oyun konsolu gibi şeyler almanın temelinde yatan 'Arada ben de nasiplenirim ama çocukların odasında kalacağından benim ilgilenmem gerekmez. Win-win olayı işte.' diye yapılan planlar tarihte asla başarıya ulaşmamıştır. Ya çocuklar bu aletlerle hiç ilgilenmemişlerdir ve bütün iş size kalmıştır ya da hediyeden nasiplenememişsinizdir. 

Kısaca hiç kasmayın ve çocuk ne istiyorsa onu alın.

İspat: Tümevarım yöntemiyle bugüne kadar çocuklara alınan hediyelere bakalım.

Kristal büyütme için alınan kimyasal madde ve laboratuar gereçleri: Masamda duruyorlar.

Uzaktan kumandalı oldukça güzel bir çift Ferrari: Salondaki dolabın içinde bekliyorlar.

Uzaktan kumandalı helikopterler: Salondaki dolabın üzerindeler. Kumandaların yerini Allah bilir (Bir keresinde rabbime sormuştum Cleveland demişti ama açıkçası buna pek inanmıyorum).

Başlangıç için ebru seti: Bugün çocuklar odalarını topladılar ve boyaları artık masamın üzerinde.

Model uçaklar, gemiler: Çoğunlukla mutfaktalar.

Laptop: Bir başka masanın üzerinde.

Tablet, nintendo: Bana sıra gelmiyor.

QED.

1 Ağustos 2014 Cuma

PV = nRT

Belki liseden hatırlayanlarınız olacaktır, ideal kızlar yasasının formülü başlıktaki gibidir. Lisede her ne kadar kafamızı karıştırdıysa da günlük hayatı az çok takip eden birisi için bu yasayı anlamak çok kolay. Formülün ne demek istediğini anlamanın bir diğer yöntemi de formüldeki elemanların arasındaki bağıntıları çözmektir.

Formülü meydana getiren terimlere kısaca bakalım önce. Birimlere girmeyeceğim çünkü yasayı anlamak için bu kadar detaya gerek yok. Hesap yapmak isteyenler tabii ki birimlere dikkat etmelidir.

P : Barınç
V : Hazım
n : ortamdaki kızların sayısı
R : ideal ya da evrensel kız sabiti
T : Sıcaklık

Şimdi terimler arasındaki ilişkilere bakalım. PV ilişkisi ters orantılıdır, yani diğer terimler sabit kaldıkça biri artarsa diğeri azalır. Hazım düştükçe barınçın artması bundandır. Benzer şekilde P ve n arasındaki ilişkiyi de inceleyebiliriz. Bu ikisi de doğru orantılıdır, yani birisi artarsa diğeri de artar (diğer terimlerin sabit tutulduğunu var sayıyoruz yine). Ortamdaki kız sayısı artınca barınç artar, azalınca da barınç düşer. Son olarak da sıcaklığa bakalım. P ile T de birbirleriyle doğru orantılıdır, yani ortamdaki sıcaklık artarsa barınç artar, sıcaklık azalırsa barınç azalır.

Böylece son günlerdeki barınç artışını 180 yıllık bu formülle açıklayabildiğimi umuyorum. 

Öğrenciler! "Bu formül gerçek hayatta ne işimize yarayacak?" demeyin, bakın yarıyor işte.

1 Haziran 2014 Pazar

Proje

Almanya'da bir proje nasıl yapılır? Tabii ki her şey her yenilikçi şirkette olduğu gibi satış bölümünün müşteriye o güne kadar yapılmamış bir şey satmasıyla başlar. Satış bölümü bu ürünün neden daha önceden kimsenin aklına gelmemiş olduğunu düşünerek kendine methiyeler dizer ama bunun nedenleri açıktır aslında. Bu proje ya imkansız ya anlamsızdır. Kısaca ekonomik değildir. Eğer bunlardan biri olmasaydı sektöre bizden beş yıl önce girmiş firmalar bunu çoktan yapmış olurlardı. Ne de olsa onların da bizimkiler gibi çalışan AR-GE ve satış bölümleri var. Bundan sonra biz bir teklif yazarız, masrafı ve teslim tarihini karşı tarafa bildiririz. Onlar da kabul eder ve proje resmen başlar.

Bir de patron tarafından yönetilen projeler vardır. Alışılagelmiş yöntemlerden çok daha farklı olur bunlar. Kahve otomatında sıra beklerken patron hızla yanınıza gelir ve kısaca bir işlemin yapılabilip yapılamayacağını sorar. Sorduğu şey tabii ki genel bir şeydir, kolay görünür ve siz de evet dersiniz. Konuşma o anda biter ve patron geldiğinden daha hızlı bir şekilde uzaklaşır. Bu davranış şeması tecrübeli elemanlarda "Ne yaptım ben?" sorgulamasını başlatır ve başlatmalıdır da, çünkü geri dönülmez bir felaket zincirinin tetikleyicisidir o düşünmeden, sonsuz özgüvenle verilmiş evet cevabı. Uzman kişi bu cevabın olası sonuçlarını düşünürken patron müşteriyi arayıp sözleşmenin şartlarını belirlemekle meşguldür. Evet, patron bu işin ne kadar zaman alacağını size sormaz. Aslında sorar ama nasıl sorar?

Kahvenizi aldıktan birkaç ay sonra kantinde yemek sırasındasınızdır ve patron hızla yanınıza gelir. Bu sefer müşterinin adını verir ve bu işin ne kadar zamanda biteceğini sorar. Ne yapacağınızı bilmiyorsunuz ama patron bu işin ne zaman biteceğini bilmek istiyor. Zaman kazanmak için proje hakkında sorular sorabilirsiniz ama alacağınız tek cevap bunu aylar önce zaten konuşmuş olduğunuzdur. Hafızanız kuvvetliyse kahve otomatını hatırlarsınız ama ne yapılacağını hala bilmiyorsunuz. Panik yok, bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceksiniz ve öğrenseniz de vereceğiniz cevabın doğruluğunu ya da kabul edilebilirliğini değiştirmeyecektir. Diyelim üç ay dediniz. Patron yine hızla uzaklaşır.

Patronla aynı proje hakkında iki kere sözel temasta bulunmak hayra alamet değildir. Bunu bilerek grup şefiyle konuşmaya gidersiniz. Durumu anlatırsınız. Yapılabilecek işleri konuşursunuz ama tabii ki o da ne yapılacağını bilmez. Bu yüzden en kötü ihtimal üzerinden planlar yaparsınız. Siz hala üç aylık tahmininizde diretirsiniz ama bu süre zarfında diğer işler tarafından rahatsız edilmemek şartıyla bunu yapabileceğinizi söylersiniz. Bu bir tür kapalı pazarlıktır, bakalım bu proje şef ya da patron için ne kadar önemli? Şef ayrıntıları öğrenmek için patronla görüşmeye gider. Döndüğünde ayrıntıları öğrenenememiştir ama patron iyi niyetini size destek olabilecek bir eleman olup olmadığını sorarak göstermiştir. Tabii ki tecrübeli bir çalışan olarak bu kadar dar bir zamanlı projeye yeni eleman almanın işi daha yavaşlatacağını söylersiniz. Yeni elemanı size yardım edebilecek seviyeye gelene kadar eğitmek aylar sürecektir. Şef bu cevabı patrona diplomatik bir dille iletir ve cevap olarak da size destek olacak bölümle bir toplantı yapılacağını bldirir.

Bu noktada bilinen tek şey projenin hangi müşteri için olduğudur. Bilinmeyenler ise projede neler yapılacağı, ne zaman başlayacağı ve ne zaman biteceği. Evet, o kadar tecrübelisiniz ki patronun son hareketlerinden sizin üç aylık teklifinizi kabul etmediğini anlamışsınızdır. Büyük ihtimalle de projenin bitiş tarihi de aylar önce siz kahvenizi yudumlarken karşılıklı olarak imzalanmıştır.

Toplantıda olayla hiç ilgisi olmayan insanlardan projenin altı hafta sonra teslim edileceğini ve tabii ki standard bir ürün yapılmayacağını öğrenirsiniz. Standard olmayan kısım için başka bir bölüm ile çalışmak gerekecektir. Durum beklediğiniz kadar kötü değildir. En azından size kısa vadede başka bir eleman vermediler. Bunun nedeni, işe yaramayacağını kabul ettiklerinden değil de vermeyi düşündükleri adamın o sırada boşta olmamasıdır.

Toplantı çıkışında iyice rahatlamışsınızdır çünkü isteyebileceğiniz her şey hazırdır. Size verilen zaman daha da azaldığından diğer işlerin hepsini geri çevirebilirsiniz. En basit hata için bile patronu araya sürebilirsiniz. Ayrıca zaman o kadar kısadır ki artık proje imkansızdır. Her zamanki gibi projede başkalarının da olduğunu ve onların da bütün işleri aynı altı haftada yapmaları gerektiğini unutmuşlar. Tebrikler! Tatil gibi bir altı hafta sizi bekliyor.   

25 Mayıs 2014 Pazar

Diktatör deplasmanda

Dün akşam hiç tanımadığım bir erkeğe sırf bir başbakana benziyor diye usulca yaklaşıp "Naber lan, diktatör?" dedim. 

Adam diktatör çıkmasın mı?

Bu sabah hastanedeki odamda televizyonda canlı yapılan bir konuşmayı vücudumu hareket ettiremediğimi fark etmem üzerine dinlemek zorunda kaldım.

"Dün akşam meydana gelen olaylar olağan şeylerdir. Tanımadığınız insanlarla konuşmanın fıtratında uyarılmak vardır. Arkadaşımıza gereken tüm müdaheleler önce benim ardından da Alman sağlık ekipleri tarafından hemen yapılmıştır. Daha kim olduğu bilinmeden konuşulan insanlar bunlara nasıl sabrediyor anlamıyorum ..."

Kanalı değiştiremediğimi fark eden vücudum yapılması gerekeni yaptı ve bağlı olduğum makinelerin alarmları ötmeye başladı. Odaya koşarak gelen hemşire televizyondaki yayını görünce kafasını iki yana sallayarak kanalı değiştirdi ve bütün gürültüler birden sustu. Hemşirenin infüzyonu takması ile huzurlu bir pazar günü ile aramda hiçbir engel kalmamış oldu. Hayat bana güzel.



19 Mayıs 2014 Pazartesi

Dr

Yok yok, hekimlerden bahsetmeyeceğim. Kahramanımız, doktora yapmış bir mühendis ve beni doktor ünvanları acaba Alman bakkallarında mı satılıyor diye düşünmeye sevk etmeyi başarmış bir kişi. Lakabı da kısaca Dr.

Beş yıl önce şirketin yeni bir projeye başlamasıyla eski grubumdan "geçici" olarak ayrılıp yeni grubuma katılmıştım. Dr da şirkette işe yeni başlamıştı, proje yöneticisi olarak. İlk temaslar teknik bilgisinin yetersiz olduğu izlenimini bıraktı üzerimizde ama bunu pek dert etmedik. Yeni şirket, yeni proje, değişik teknoloji. Olağan şeyler bunlar. Hem adamın akademik geçmişi var, çabuk kavrar bunları diye düşündük. 

İyimserliğim patronun da katıldığı ilk toplantıya kadar devam etti. Toplantının konusu ürettiğimiz yeni makinelerin diğer ürünlerimiz gibi merkezi istatistik sistemine entegre edilmesiydi. Neler lazım? Yapılması ne kadar sürer? Nasıl olmalı? Sabahtan Dr ile konuşup neler yapılması gerektiğini anlatmıştım ve istatistiklerin de en erken iki ay sonra hazır olabileceğini belirtmiştim. Toplantı boyunca uzunca tartışmalar oldu ama sonunda patronun da ağırlığıyla istatistiklerin nasıl yapılacağına karar verildi. İstatistikleri toplayacak arkadaş da benim tahminim gibi iki ay süre lazım deyince Dr parlamak için fırsatın eline geçtiğini düşünerek sabah kendisine anlattığım adımları arkadaşa sormaya başladı:

Dr: Makine hatalı ürünleri belli hata sınıflarına göre sayacak, değil mi?
Arkadaş: İstatistik oluşturmak için bunu yapmalı, evet.
Dr: Bu sayaç değerlerini de merkeze bağlanana kadar kendi istatistikleri içinde makinedeki veritabanında tutacak, değil mi?
Arkadaş: Evet.
Dr: Bu istatistikler ana merkeze bir protokol ile taşınacak, değil mi?
Arkadaş: Tabii ki veri kaybını önleyecek bir protokol olmalı.
Dr: Merkezi program bu istatistikleri kendi veritabanına kaydedecek, değil mi?
Arkadaş: Evet.
Dr: Merkezi program daha sonra bu istatistikleri birleştirip, diğer makinelerin istatistikleriyle listeleyecek, değil mi?
Arkadaş: Evet.
Dr: İstendiğinde bu istatistiklerin çıktısı alınabilecek, öyle mi?
Arkadaş: Müşteriler bu özelliği genelde ister, evet.
Dr: Madem her şey bu kadar açık istatistik modülü neden en erken iki ay sonra hazır oluyor?
Arkadaş: (hafif bir şaşkınlıktan sonra) E, bütün bunları birilerinin programlaması lazım da ondan.

Geçen cuma günü öğrendiğime göre Dr bizim bölümün şefi olmuş. Anlaşılan şirkette kafa hafifledikçe yükselme şansı artıyor. 



11 Mayıs 2014 Pazar

Serkan ve kene

Salonda buzun erimesi deneyini yaparken Serkan ağlayarak yanıma geldi ve kene var, korkuyorum demeye başladı. Dünden beri iki kene çıkarmış olmasıyla övünen biri için oldukça abartı bir tepki diye düşünürken keneyi göstermesini söyledim. Pantalonunu indirdi. Her zamanki gibi bir durum diye gülümsedim. Bunun için ağlanır mıydı? Donunu indirdi. Düşüncelerim birden bacakta kene avından ne oluyor lan yönüne doğru kaymaya başladı. Testislerini çekiştirerek keneyi gösterdi sonunda. Neyseki olay yeri görünen ve ulaşılabilen bir yerdeydi. Tırnaklarımla keneyi çıkarma denemem başarılı olmayınca deney aletlerimin arasından sivri uçlu cımbızı  aldım. Bunu gören Serkan tabii ki isyan etmeye başladı ama aksi takdirde hastaneye gitmemiz gerektiğini söylemem ve sivri uç testislere doğru gelmeyecek sözü vermemden sonra müdaheleyi kabul etti. Kene cımbızın kenarıyla uzaklaştırıldıktan sonra Serkan'ın aldığı derin nefesi heralde komşulardan duymayan kalmamıştır.

4 Mayıs 2014 Pazar

Ümit ve Serkan - Haftasonu sabah programı

06:00 Kalkış ve koşuşturma
06:01 Televizyonun açılışı ve sevinç çığlıkları
06:03 Salonun kullanılamayacak hale getirilmesi
06:58 Buzdolabındaki çikolataların topluca imhası
07:13 Salonda top oynama ve ilk azar
07:42 Çocuk odasında top oynama ve ikinci azar
08:15 Anne ve babayı o gün öğrenilmiş illüzyon gösterisiyle uyandırmak (Gözlerimi                açamamışım daha. Parayı göremiyorum ki kayboluşunu göreyim).
08:37 Mutfağın kediler tarafından dağıtılması.
08:55 Anne ve babanın kalkışı ve televizyonun kapanışı. Çocuklar odalarını                              toplamaya odalarına, biz de etrafı toplamaya çalışmaya. Dört saat sonra pes                  ederek hep beraber evden kaçış.

13 Nisan 2014 Pazar

Milli matematik

Uzun yıllar önce çok uzak bir galakside her şeyden çok uzak bir ülkede sınavlar yapılmaktadır.


Sevgili vatandaşlarım. Yine sınav dönemi geldi çattı. Çocuklarımızın geleceğini belirleyen bu sınavlar çok önemlidir ve tabii ki ben de bu konuyla çok yakından ilgleniyorum. İstatistik lobisi geçenlerde yine sözde bir araştırma yapmış ve çocuklarımızın matematik net ortalamasını üç olarak hesaplamışlar. Öncelikle bu sonunca saygı duymuyorum. Bu hesabı yapanların matematik neti belki ikiydi. Bakanıma emir verdim bu konuyu araştıracak. Ayrıca istatistiklerden sorumlu bakanım da bir çalışma grubu kuracak ve istenirse çocuklarımızın matematik neti ortalamasının iki olarak hesaplanabileceğini gösterecek. Bunlar bizim milli beraberliğimizi bozmaya çalışanların basit oyunlarıdır. Bu oyunları bozacağız. Gerekirse dersanelerine gireceğiz, dersanelerine. Geçen hafta Milli Eğitim Bakanıma çocukların gerçek seviyesini sordum ve geometride biraz zorlandıklarını öğrendim. Pi'yi üç almalarına rağmen yine de yapamıyorlarmış. Pi'yi üç almak ne demektir sevgili kardeşlerim? Tek Parti döneminin bir başka dayatması ve gördüğünüz gibi işe yaramıyor. Mecliste de dile getirdiğim gibisize bir müjde vermek istiyorum. Hedefimiz iktidarı kaybtmek pahasına da olsa pi'nin bir alınmasını sağlamak. Önümüzdeki altı ay ekonomik dengeleri bozmamak için pi iki alınacak. Sonra bunu bire düşüreceğiz. Bunun çalışmalarını yapmak için bakan arkadaşlarıma emir verdim. TePe bildiğiniz gibi bu durumda çemberlerle ve dairelerle çalışmanın imkansız olacağını ileri sürüp gerekirse anayasa mahkemesine gideceklerini söyledi. Bakın, buradan çok açık söylüyorum. Bu zihniyet yüzünden yıllarca, on yıllarca çember üzerinde yol alıp başladığımız yere gelmedik mi hep? Bu zihniyet bizi bu kadar zaman çemberin dışında bırakmadı mı? Yok öyle. Kusura bakmayın ama bu kardeşiniz böyle küçük düşünemez. Artık yola çembersiz devam etmemiz lazım ve anayasa mahkemesinin de muhalefetin bu tuzağına düşeceğini sanmıyorum. Hakim arkadaşlarıma da emir verdim. Hatta gerekirse anayasayı değiştirme yoluna da gidebiliriz. Her şey çocuklarımız ve süper güç olma yolundaki ülkemiz için sevgili vatandaşlarım. 

Ümit ve Serkan - Bilgi güçtür

Okul zamanı saat yedide zar zor kalkan çocukların haftasonu dahil herhangi bir tatilde altıda kalkıp televizyon karşısına geçebilmeleri bu hayatta anlayamayacağım gizemlerden biridir. Yalnız Serkan bu sefer bir hata yaptı ve gözlüğünü takmayı unuttu. Karşılığında da yarın televizyon seyretme yasağı kazandı. Tabii ki hemen yasal itirazlarını yapmaya başladı ama bunlar da pek işe yaramadı. Son koz olarak sahneye Ümit'i sürdü.

Ümit: Yarın ben de televizyon seyredemeyeceğim.
Katja: Hayır, yasak sadece Serkan için. Sen seyredebilirsin.
Ümit: Ama televizyonu açmayı ben bilmiyorum, Serkan biliyor.
Katja: İşe gitmeden önce baban açar televizyonu.
Ben: (içimden) Lanet olsun, yarım saat daha önce kalkmam gerekecek şimdi. Bir yolunu bulup Serkan'ın yasağını iptal ettirmek lazım.  

8 Nisan 2014 Salı

Mesleğim

Kısaca yazılım geliştiriyorum. Bilgisayar programı yazıyorum da denebilir ama aslında yazılımı yoktan var ediyorum. Yani projeyi henüz hiçbir şey yokken alıyorum, tasarlıyorum, yapıyorum ve test ekibine, oradan da satışa teslim ediyorum. 

Şu an çalıştığım şirket endüstriyel teraziler üretmekte. Aileme yıllarca bu terazilerin programlamasında çalışıyorum diyordum ama bana boş boş bakıyorlardı. Sonunda üretim hattında bulunan bir endüstriyel terazinin çalışırkenki videosunu gösterdim ve hayretle bakmaya başladılar. Saniyede on tane pakedi doğru tartıp hatalı olanları üretimden otomatik olarak atabilmek iyi bir performanstı.

Doktorlarla mesleki konuşmalar her zaman ilginç olmuştur. Herhangi bir rahatsızlığım nedeniye gittiğim her doktor yazılım geliştirdiğimi öğrendiğinde hemen bir tıp kitabını raftan alıp "tahmini" rahatsızlığımla ilgili bir sayfayı açıyor ve resimlerle yirmi yıl önceki biyoloji bilgilerimi sınar gibi durumu açıklamaya başlıyordu. Bir tanesi hariç. Eski aile doktorum. Mesleğimi söylediğimde "Bilgisayarlar kadar kompleks şeylerin nasıl programlanabildiğini hiç anlayamayacağım" deyişini içimde birden beliren "acaba bilgisayardan daha kompleks olan vücudumu anlayabiliyor mu?" sorusu takip ederdi. 

Doktorlar çok kompleks işler yaptığımı düşünüyor. Arkadaşlarım ise bütün gün oyun oynadığımı. Annem büyücülük yaptığıma inanıyor. Ben problem çözdüğümü sanıyorum. Aslında yaptığım şey ise tam olarak bu skeçte anlatılıyor.

6 Nisan 2014 Pazar

Milli coğrafya

Uzun yıllar önce çok uzak bir galakside her şeyden çok uzak bir ülkede, seçimler bitmiş ama sayımlar tüm hızıyla devam etmektedir


Sevgili vatandaşlarım. Bu seçimde de bizden ezici desteğinizi esirgemediniz. Bize verdiğiniz bu yetkiyi aynı ezicilikle önümüzdeki dönem de kullanacağız. Bu seçim sonuçları artık geride kalmıştır ve önümüzdeki hizmetleri şimdiden planlamaktayız. Tabii ki hep dediğimiz gibi öncelik eğitimde olacaktır. Yıllardır çocuklarımızın beyinlerini gereksiz yere karışık bilglerle dolduran bu TePe'nin yarattığı yıkıma son vereceğiz artık. Bakın elimdeki belgelerle konuşuyorum, Tek Parti zamanındaki coğrafya kitabı, ne diyor? Kuzeyde ve güneyde dağlar denize paralelmiş, batıda da dik. Bu nedenle kıyılar düz ya da girintili çıkıntılı oluyormuş. Bunu bakanımla konuştum. 'Böyle olmak zorunda mı?' diye sordum. Çocuklar bu kadar şeyi nasıl akıllarında tutsunlar? Şimdi muhteşem projemi halkıma ilk kez burada açıklıyorum. Bakanıma emir verdim, batıdaki dağlar yıkılacak ve denize paralel olarak yeniden yapılacaklar. Bu sayede kıyılar düzelecek ve uzunluğu da kısalacak. Bu da ulaşım hızlanacak ve ucuzlayacak demek. Bundan başka iklimler sorununa da el atacağız. Ülkemde çok fazla iklim ve bitki örtüsü var ve çocuklar bunları anlayamıyor. Kendi oğlumdan biliyorum. Güneyde hangi iklimin olduğunu soruyorum, 'anlamadım babacığım' diyor. Orman bakanımla konuştum bunu. Her yere ağaç dikmek uzun süreceğinden ağaçları kesme yoluna gitmeyi düşünüyoruz. Her şey çocuklarımızın daha kolay ve kaliteli bir eğitim alması için

23 Mart 2014 Pazar

Ümit ve Serkan - Türkiye gündemi

Doğum günleri olmasına rağmen yine kavga etmek için bir neden bulmuşlar.

Serkan: Anne, Ümit bana Nintendo'yu vermiyor.
Ümit: Bu benim Nintendo'm.
Serkan: Ümit benim Nintendo'mu kaybetti, bu yüzden onun Nintendo'suyla oynamak istiyorum.
Ümit: Ben kaybetmedim. Bunu ispatlayamazsın.
Serkan: İspatı var bende.
Ümit: Hadi göster, görmek istiyorum.
Serkan: Fotoğrafları var bende (Evet, aynen böyle dedi).
Ümit: Göster bakayım.
Serkan: Ver Nintendo'yu, yoksa çıplak fotoğraflarını gösteririm herkese.
Ben: (Neler oluyor lan?)
Serkan: Baba, bak bu fotoğraf çok komik değil mi?
Ben: (Lan, gerçekten de Ümit'in çıplak fotoğrafı ama çok komik.) Bu fotoğrafı yayınlamak yok.
Serkan: Peki bu nasıl?
Ben: Hah, bu daha güzel, bunu yayınlayabilirsin
Ümit: İstersen yayınla fotoğraflarımı, Nintendo'mu vermeyeceğim. Delili göstermedin hala.
Serkan: Delil fotoğrafı sehven silinmiş makinemden.
Ben: Salonu toplayın hemen!

Tabii ki ikisi de şimdi odalarında oyun oynuyorlar (büyük ihtimalle Nintendo) ve salonu toplamak yine bana kaldı.

22 Mart 2014 Cumartesi

Milli çözümler

Uzun yıllar önce çok uzak bir galakside her şeyden çok uzak bir ülkede seçim hazırlıkları tüm hızıyla devam etmektedir.

"Sevgili seçmen kardeşlerim! Bu kardeşiniz size hizmet etmek için, yapacağı hizmetleri daha yakından tanıtmak için yılda yüz binlerce kilometre yol gidiyor. Yolda giderken bile yeni projeler üretiyorum. Bu sabah da buraya gelirken Maliye Bakanımla bütçe raporlarını tekrar kontrol ettik ve raporu hazırlayan bir arkadaşımızın yaptığı bölme hatasını fark ettim. Bakın bu çok ciddi bir sorundur ve bizden önceki hükümetler bu sorunla hiç ilgilenmediler. Elimde belgesi var, bu işlem hatasını yapan arkadaşımız ilkokulu Tek Parti döneminde bitirmiş. Görüyorsunuz, Tek Parti bir bölme işlemini öğretmekten aciz. Tabii TePe bir hata yaptı diye bu duruma seyirci kalmadım ben. Kalamazdım. Yoksa yüce rabbimin huzurunda nasıl hesap veririm? Hemen konvoyda bizimle beraber gelen Milli Eğitim Bakanı'mı çağırdım. 'Bu bölmenin hali ne böyle?' diye sordum. O da bana durumu açıkladı. Hemen diğer bakanlarımı da çağırarak bir toplantı yaptım ve size şimdi size çok mutlu bir haber vereceğim. Artık okullarda bölme işlemi yapılmayacak. Bölme işlemini yapmış gibi gösteren sayılar kullanılacak. Batılıların rasyonel sayılar dediği gibi ama bizim geleneklerimize ve dilimize daha uygun sayılar. Biz bunlara akil sayılar diyeceğiz. Emir verdim, arkadaşlar en kısa sürede çalışmaları bitirecek ve ayrıntıları daha sonra sizinle paylaşacağım. Şimdilik şu kadarını söyleyebilirim. Akil sayıları kullanmaya başladıktan sonra tek parti dönemlerinden hatırladığımız vergi dairelerindeki beklemeler olmayacak, ülkemiz bölme için zaman kaybetmeyecek artık. Tabii şimdi bazılarınız 'Peki asal sayılarımızın bölünmez bütünlüğü ne olacak?' diyecektir. Hiç merak etmeyin. Bütün bunları Milli Savunma Bakanı'mla konuştum. Sorun yok dedi. Hem asal sayılar eski iktidarlar döneminde kulanıma sokulmuş elit sayılardır ve halkım tarafından hiçbir zaman benimsenmemiştir. Yıllarca aman sayılar bölünmesin diye halkımı böldüler ama biz şimdi buna da dur dedik. Matematikçiler bu projemizi durdurmaya çalışırsa sandığa götüreceğim. Orada siz karar vereceksiniz. Hiç kimse halkımın istediği sayıları kullanma özgürlüğünü kısıtlayamaz. Seçilmiş sayıları atanmış sayılara yedirmeyeceğim."

8 Mart 2014 Cumartesi

Herkese yetecek kader kalem var

Çarşamba günü grup başkanı bizi yeni bir dosya formatını görüşmek için toplantıya çağırdı. Küçük toplantı odasında olacağımızdan yer kapmak için aceleyle yol koyulduk. Sonradan gelen üç kişi de diğer bürolardan sandalyeler getirince herkes oturabildi ve toplantıya başladık. Yani başlamak istemiştik ama yeni bir problem çıktı. Başkan toplantıya kalemsiz gelmiş. Birisinden kalem istedi ama herkesin sadece birer kalemi vardı ve bu durumda başkana klemi veren kalemsiz kalacaktı. O kadar mühendis, matematikçi ve bilgisayar uzmanının olduğu bir ortamda hemen ümitsizliğe kapılıp toplantıyı ertelemek düşünülemezdi tabii ki. 

Aklımıza gelen lk çözüm tabii ki kalemi olanlardan birinin eğer yazacak bir şeyi yoksa elindeki kalemi kalemi olmayan kişiye vemesiydi. Bu işlemi yeterince hızlı ve sık yapabilirsek herkesin hemen hemen her zaman kalemi olacaktı. Önce kalem verme işlemini her yirmi milisaniyede bir yapılmasını düşündük ama daha sonra bunun çok abartı bir süre olduğu sonucuna ulaştık ve her elli milisaniyede bir kalem vermeye karar verdik.

Toplantı düşündüğümüzden de iyi gitti. Tek sorunlar çıktı elbette. Kalemi olmayan kişiyi takip etmek ve kimin kalemini vereceğine karar vermek arada zaman alabiliyordu. Bu nedenle bir sonraki toplantı için yöntemi daha da basitleştirmeye karar verdik. Ayrıca bu kadar kaleme de ihtiyaç olmadığını fark ettik. Sadece bir kalemle problemi çok kolay çözebiliyorduk.

Herkese bir sıra numarası verilir. Toplantı başladığında kalem ilk sıra numaralı kişiye verilir. Kalemi alan kişi elli milisaniye boyunca bu kalemle istediğini yapar. Eğer yapacak bir şeyi yoksa ya da yapacağı iş, süre dolmadan biterse daha beklemeden kalemi bir sonraki elemana verir. Süre dolunca kalem bir sonraki arkadaşa iletilir. Bu adımlar toplantı sonuna kadar tekrarlanır.

Toplantı sonunda hem yeni dosya formatımıza hem de şirketi büyük kalem masraflarından kurtaracak bir çözüme sahiptik. Patron tatilden döner dönmez bu fikri kendisine anlatmaya karar verdik ve bir verimli toplantı daha yapmış olmanın mutluluğuyla büromuza döndük.

7 Mart 2014 Cuma

Aktör anlatma

İşten çıkmış ve arabayla eve gidiyorduk. Arabayı Michael kullanıyordu ve yanında da Martin oturuyordu. Ben de her zamanki gibi arka koltukta uyuklarken aşağıdaki konuşmaya kulak misafiri oldum.

Martin: Edward Norton'ı tanıyor musun?
Michael: Hayır. Kimdir?
Martin: Oyuncu. Hiç bir filmini seyretmedin mi?
Michael: Bilmiyorum, isimleri hiç hatırlayamıyorum.
Martin: Tanırsın ya. Fight Club'ı biliyor musun?
Michael: Elbette.
Martin: Hah, Brad Pitt olmayanı.  

Ne zaman uyandım ve kahkaha atmaya başladım anlamadım.

19 Ocak 2014 Pazar

Rüya içinde rüya

Üniversitenin ilk yıllarında kuzenlerimle Göztepe'de kalıyordum. Haftasonları da yine Göztepe'de oturan başka bir kuzenim bizi kahvaltıya davet ederdi.

Yine günlerden pazardı. Arkadaşlarla geçirilmiş uzunca ve kesintisiz bir cuma-cumartesi seansından sonra evde yalnızdım. Diğer kuzenler kahvaltıya çalıştıkları yerlerden direkt gideceklerdi. Yol yürüme on dakika kadar olduğundan sorun yoktu. Millet toplandığında bana telefon ederlerdi, ben de liseden kazanılmış alışkanlıkla üç dakikada hazırlanıp yol çıkar ve kahvaltıya zamanında yetişirdim. Saat 10 gibi telefon çaldı. Baktım, kuzen arıyordu:

F: Kahvaltıyı hazırlıyoruz şimdi, hadi, çık gel.
B: Hemen hazırlanıp çıkıyorum.

dedim ve ahizeyi yerine koydum (evet, ahizeli yıllar) ve giyinmek için odaya döndüm. Bir süre sonra telefon yine çalmaya başladı. Yine kuzen arıyordu:

F: Hadisene oğlum, masa hazır seni bekliyoruz.
B: Tamam abi, kusura bakma uyuyakalmışım, hemen hazırlanıyorum.

diyerek kaybettiğim zamanı nasıl geri kazanabileceğimin planlarını da yaparak giyinmeye başladım. Daha doğrusu giyinmeye başladığımı sandım, çünkü telefon yine çalıyordu.  Ahizeyi kaldırmamla beraber

F: Şansını kaçırıyorsun bak, biz başlıyoruz artık.

sözlerini duymam bir oldu.

B: Tamam abi, giyindim, on dakikaya orada...

diye bir yalan uyduruyordum ki telefon çalmaya başladı. Bir an durakladım. Bir kaç kere daha çalınca durumun acil olduğunu düşündüm. Yoksa neden telefonda konuşurken telefon çalsın ki? Uyanıp telefona bakmaya karar verdim. Tabii ki arayan yine kuzendi ve sinirle konuşmaya başladı:

F: Sabahtan beri kaç kere arıyorum hıyarağası. Neden telefonlara bakmıyorsun?
B: Abi belki bana inanmayacaksın ama yemin ederim hepsine baktım.
F: Hadi kes şimdi, çabuk gel. Sana sucuklu yumurtalı kalmadı ama.
B: Tamam, çıkıyorum hemen.

Çabucak hazırlanmaya başladım. Sonra da... Bir dakika, telefon çalıyor yine. Bakayım,  ardından devamını anlatırım.

18 Ocak 2014 Cumartesi

Proje toplantısı

Proje toplantıları şirketlerde kullanılan vaz geçilmez araçlardan biridir. Eğer böyle bir toplantıya davet edilme şanssızlığına uğramışsanız denemeniz gereken ilk şey toplantıya katılmamak için bir mazeret bulmaktır. Mazeret bulmak zorunda olmadığınız bilinen tek durum, toplantıda hiçbir tartışmaya girmeyeceğinizin ve başkaları arasında eğlenceli tartışmaların geçeceğinin garanti olduğundadır.

Toplantıda rolünüze göre yanınızda bulundurmanız gereken bazı kırtasiye malzemeler olacaktır. Not alacaksanız ya da toplantı boyunca sadece "Burada ne işim var?" şekilleri çizecekseniz kağıt ve kalem en iyi dostunuzdur. Eğer içinde bulunmayacağınız kanlı ya da kansız ama  sert tartışmalar bekliyorsanız patlamış mısırın yerini hiç bir şey tutamaz. Eğer tartışmalara katılmak durumunda kalacaksanız ve tabii ki mazeret bulamadıysanız tartışmaların aktörlerine ve şiddetine göre alkollü içecekler, uyuşturucular ya da beylik tabancası gibi çözümler düşünülebilir. Burada olası bir yanlış anlamaya karşı hemen söyleyeyim, intihar etmek hiç bir problemi çözmez.

Buraya kadar her şey literatürde kolayca bulunabilen ve yıllardır denenmiş metodlardır. Son zamanlarda şirkette kullandığımız yeni bir yöntemden kısaca bahsetmek istiyorum. Toplantılarımızın hemen hemen daimi elemanlarından olan Sormacan, soruyu soran kişiden bağımsız olarak sorulan sorulara karşı bir erkekten beklenmedik şekilde "Hayır! Olmaz! İmkansız!" gibi cevaplar vermesiyle tanınan bir arkadaşımızdır. Bunu bilen diğer toplantı katılımcıları da Sormacan'a bu sorulara evet cevabı verene kadar çeşitli sorular sorar. Bu ilk bakışta kolay bir iş gibi görünse de mantıktan çok daha fazlasını gerektiren bir oyun olduğu konusunda bana güvenin, çünkü Sormacan çok farklı bir evrende çok farklı bir zamanda kurulmuş bir mantık sistemi kullanır. Evet cevabı aynı zamanda oyunun ikinci aşamasını da başlatır.  Bu aşamada amaç Sormacan'ın savunduğu bir önermenin yanlış olduğunu kendisine kabul ettirmektir. Bu oyun Sormacan sessiz kalıncaya ya da toplantıyı yönetenin katılımcıları ciddiyete davet edinceye kadar sürer. "Tabu : Proje Toplantısı" adını verdiğimiz oyun sizin de toplantılarınızı ortalama yaklaşık bir saat uzatmasına rağmen daha eğlenceli bir hale getirebilir.

Son olarak şunu da belirtmeliyim, bu oyunu mobbing'in yasak olduğu şirketlerde oynamayın. 

13 Ocak 2014 Pazartesi

Dumur yaşta değil baştadır

Geçtiğimiz Ekim'de çocukların sonbahar tatilini fırsat bilip Türkiye'ye akraba ziyaretine gitmiştik. Akraba ziyaretine gidilir de arkadaşlarla buluşulmaz mı? Tabii hem kısıtlı zaman hem de akraba ve arkadaş çokluğu nedeniyle hemen organizasyon planlarına başladım. Gölcük'teki akrabalarla ilkokuldaki arkadaşlarla görüşmeyi aynı güne koydum. 

Arabayla teyzemlerin evine çıkarken yirmi küsür yıl yaşadığım şehrin kırkbeş saniye içinde nasıl bu kadar değişebildiğini düşünüyordum. Şehrin hemen hemen her yıl gitsem de benim hiç bilmediğim ve öğrenmek isteği duymadığım yerlerinde yol alıyorduk. Tam bu sırada fotoğrafların konusu olan meşhur, üç dört yaşında sümüklü bir çocuğun attığı taşın arabaya isabet etmesiyle babam aracı durdurdu ve camı açıp çocuğa fırça atmaya başladı:

Babam: Ne yapıyorsun oğlum?
Çocuk: Ben. Eeee. Yapmadım.
Babam: Arabalara taş atılır mı? Git kenarda oyna bakayım.
Çocuk: Sana ne lan? Kes sesini!

Bu karşılık üzerine dumurlara doğru yelken açmaktaydık ki babam da son kozunu oynadı.

Babam: Aferin lan sana.
Çocuk: ???

Şimdi çocuk şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemez vaziyetteydi. 


11 Ocak 2014 Cumartesi

Almanya ve Bavyera

Almanya'da gördüğüm kadarıyla inançlara saygı gösteriliyor ama arkadaşlardan duyduğum kadarıyla Bavyera'da öyle bir şey yokmuş.  Bu konudan başlayarak aramızda şuna benzer bir konuşma geçti:

Ma: Bavyera'da katoliklerden başkası kabu edilemez. Bavyeralıyım anlarım biraz bu işlerden.
Ra: Bir arkadaş Bavyera'da çocuğunu okula kaydettirecekti. Okuldan gelen yazının birinci sayfasında 'Bavyera'da ilkokulda din eğitimi şarttır', ikinci sayfada  'Okulumuzda katoliklik ve diğer hristiyanlar için protestanlık öğretilmektedir. İnançsız olanlar için de 20 km uzakta başka bir binada ahlak dersleri verilmektedir.' ve üçüncü sayfada da 'Tekrar hatırlatmak isteriz ki, Bavyera'da ilkokulda din eğitimi şarttır' yazıyormuş. Arkadaşı da çocuğu haftada bir kere okuldan alıp 20 km uzağa götürüp dersten sonra tekrar geri getirmeyi istemediğinden 'inançsız' çocuğunu protestanlık dersine yazdırmış.
Be: Acaba Bavyera'da bir kiliseden ayrılıp bir başkasına katılmak nasıl oluyordur? Heralde sadece tabutta yapılabiliyordur.
Ma: Mümkündür, Bavyera'da hala idam cezası var ve katolik kiliseden ayrılmak da bu büyüklükte bir suç.
Mi: Bavyera'dan emin değilim ama Hessen'da idam cezası hala var.
Be: Almanya'da idam cezası yok ama, nasıl oluyor bu iş?
Mi: Federal yasalar eyalet yasalarının üzerinde olduğundan uygulanamıyor tabii ki. Kanunu iptal etmeye de gerek olmuyor bu durumda.
Ma: Kanun iptal edilmiyor çünkü Bavyera ileride Almanya'dan ayrılınca hemen uygulanabilecek.
Be: Böyle planlar var demek.
Ma: Elbette :)

Biz işin şakasındaydık ama Bavyera gerçekten de pek tekin bir yere benzemiyor. Bir nevi paralel devlet.

Not: İnternette yaptığım araştırmalara göre Bavyera'da idam cezası 1998'de kaldırılmış ama Hessen'da hala duruyormuş.

8 Ocak 2014 Çarşamba

Karadeniz fıkraları

Geçtiğimiz haftasonu İstanbul'daydım ve tabii ki birkaç tane Karadeniz fıkrası öğrendim. Tabii ki bu fıkraları anlatmaya kalksam 'Halamlar bir gün evdeyken' ya da 'Annem bir gün köyde' diye başlamam gerekecek. Akraba ile ilgili haberleri gülmeden almak mümkün değil. 'Ay geçen cenazede bir güldük bir güldük, keşke sen de orada olsaydın'. Aile Addams Family'nin Temel şubesi sanki. Sonunda dayanamadım ve 'Ben bunları internette yazarım' dedim. Annem de 'yaz ama isimlerimizi verme' dedi ve şu fıkrayı anlattı:

    Bizim köyde ... abla vardı. Bir gün bizim evin orada kenarda üzerini değiştirirken onu çıplak gören biri takılmış ona.
+ ... abla, seni üzerini değiştirirken gördüm.
- Gör.
+ Ama çıplaktın.
- Olsun.
+ Fotoğrafını da çektim ama.
- Çek.
+ İnternete koyacağım fotoğrafını.
- Aman başıni koma. Taniyan felan olur.

Merak etme anne, isimlerinizi vermedim işte.





1 Ocak 2014 Çarşamba

Yeni masam

Noel hediyem olan alet masasını kurmayı sonunda başardım. Aslında 'başardım' gerçeği pek yansıtmıyor. Parçaları masayı andıracak şekilde birleştirebildim demek daha doğru olur. 

Birleştirme kısmı tam bir maceraydı. Bu konudaki yeteneksizliğimi defalarca kanıtlama şansını buldum. Bacakları ve çekmece katını taktıktak sonra her parçayı ters takmış olduğumu fark ettim. Bütün parçaları söktüm ve sağdakileri soldakilerle, öndekileri de arkadakilerle değiştirdim ve o kısmı böylece hallettim. Çekmece kısmı ise her zamanki gibi bisiklete binmeye benzemiyordu. Çekmece takmayı her defasında yeni baştan öğrenmem gerekiyor. Bunu da deneme yanılma yöntemiyle ve tabii ki çekmece katını iki kere söküp takarak bitirdim.  Aletlerin asıldığı kısmı ise aslında hala bitiremedim. Sorun deliklerin mesafelerinin doğru olmamasıydı. Bu hatayı düzeltmeden öyle bıraktım. Masanın en üst kısmında ise montaj kılavuzunda eşit olduğu iddia edilen boyutların eşit olmaması nedeniyle çıkan sorunları da tahtayı keserek hallettim.

Sonuçta hükümet gibi dimdik duramasa da hala ayakta olan bir masam var. Yerleştirmeye yeni başlamıştım ki bu işin de planladığım şekilde gitmeyeceğini anladım. Nedeni de aşağıdaki fotoğrafta görünüyor.

Yoshi baş köşeyi kendine almış