Cuma günü saat 11 gibi Amsterdam'a gitmek için evden çıktım. Yolculuk planı oldukça basitti. Önce bir trenle Mannheim'a, ardından ekspres trenle Köln'e ve oradan da başka bir ekspresle Amsterdam'a. Tabii evden çıktığımda bu planın sadece Mannheim'a kadar çalışacağını bilmiyordum.
Mannheim'da Köln treni zamanında geldi. Yerimi de kolayca buldum ama burada Almanların koltuk numaralarını hangi kurala göre verdiğini hala çözemediğimi söylemem lazım. Binilen kapıya göre sürekli artan ya da azalan numaralar beklemek yerine arada sıçramalara ve bir kaç sıra sonra atlanan numaralara hazır olunmalı. Önemli olan tabii ki öncelikle doğru vagona binmek.
Yolda kitabımı okurken yanımda oturan SAP çalışanının iş arkadaşıyla yaptığı fuar hazırlığı konuşmasını dinledim. Hangisinin uykumu getirdiğini bilmiyorum ama bir ara gözlerim kapanmış. Bir ara makinist teknik arızalar nedeniyle sadece 200 km/h hıza ulaşabildiğimizi ve bu nedenle 10 dakika gecikeceğimizi anons etti. Bir sonraki trenime yarım saat zamanım olduğu için dert edilecek bir şey yoktu. Sadece Dom fotoğrafı çekmek için acele etmem gerekecekti.
Sonunda Köln'e geldik ve ilk iş olarak istasyonun hemen yanındaki Dom'u görmek için istasyon binasından çıktım. İşe yarayacak bir fotoğraf çekemedim ve treni beklemeye gitmek için içeri girdim. Tren kalkış tabelasına göz attığımda trenimin 20 dakika rötar yapacağını gördüm. Buraya kadar yine sorun değil çünkü biletime göre bu tren beni Amsterdam'a kadar götürecekti. Bugün ise bir istisna olarak Emmerich'e kadar gidecekti. Ondan sonra başka bir trenle yola devam edileceği yazıyordu. Avrupa coğrafyasını keşke daha iyi bilseydim diye düşünmeye başladım, daha Emmerich'in hangi ülkede olduğunu bilmiyordum.
Bu haber peronda da anons edildiğinde hafiften huzursuz kıpırtılar başladı. Bir kadın oradaki bir demir yolları görevlisine durumu sorunca aldığı cevap beni daha da şaşırttı ve bu cevaptan emin olmak için aynı şeyi ben de sordum. Emmerich'ten sonra bir otobüs ile Arnheim'a kadar gideceğimizi ve oradan tekrar trene bineceğimiz kısmını ne yazık ki doğru duymuştum. Lisede nasıl olsa mühendis olacağım, coğrafyaya ne gerek var dediğim günleri hatırladım. Arnheim acaba neredeydi? Emmerich'ten ne kadar uzaktı? Neyse ki Arnheim'dan sonra her yarım saatte bir tren varmış. Bu durumu Nilüfer ve Barış'a mesajla bildirdim. Barış görünüşe göre beni almaya gelemeyecekti.
Bu düşünceler arasında deminki kadınla beraber ufak bir yolculuk grubu kurmaya karar verdik. Yanımızda durumdan hiç etkilenmemişe benzeyen bir Hollandalı ve kız arkadaşı vardı. Adam ilginç bir şekilde herkesi tanıyor gibiydi. Demir yolu çalışanlarıyla Almanca muhabbet ediyordu ve başka bir Hollandalı'ya bunları tercüme ediyordu. Sonra gruba Türk olduğu belli olan biri daha katıldı, onunla da Türkçe şakalaşmaya başladı. Biz de bu sırada adamın kız arkadaşıyla tanıştık ve adamın bu hatta hemen hemen her hafta yolculuk yaptığını öğrendik. Artık grubumuz 4 kişi olmuştu ve liderimiz yolu anlaşılan çok iyi biliyordu.
Yarım saat gecikmeyle trenimiz geldi ve grup olarak yemekli vagona bindik ve bir masanın etrafına oturduk. Yolda muhabbete başladık ve Hollanda'lı arkadaştan yolculukla ilgili bilgiler almaya başladık. Emmerich Almanya'daymış ve Arnheim (Hollandaca'da Arnhem) da Hollanda'daymış. O sırada yemek servis vagonunda çalışan esmer biri gruba yaklaştı ve Hollandalı ile Türkçe konuşmaya başladı. Sonrada öğrendik ki bu esmer arkadaş Sri Lankalıymış. Bu arada Nilüfer'i aradım ve yeni bir plan yaptık. Amsterdam'a gelmeden kısa süre önce haber vermem ve Nilüfer'in beni gelip almasına karar verdik. Telefonu kapattıktan sonra kayak tatilinden dönen Alman kadın da muhabbete Türkçe katılınca benim sessiz kalmam için bir neden kalmadı. Bir ara Alman kadınla Hollandalı çince konuşmaya başlayınca acaba daha manyak bir paralel evren var mıdır diye düşünmeye başladım. Hollandalı daha sonra bu kadar dil bilmesinin sırrını açıkladı; Hollanda demir yollarında çalışıyormuş ve her hafta bu hatta bir sürü yabancı insanla iletişimde bulunuyormuş. Birazdan tren çalışanlarından biri geldi ve Hollandalıyı çağırdı, geri geldiğinde kız arkadaşına sonraki durakta ineceklerini söylediler. Görev yer ve zaman seçmiyormuş. Bizim bir sonraki durakta inmemizi söyledi ve trenden indiler. İzci başını kaybetmiştik ama daha epey yolumuz vardı.
Emmerich'e geldiğimizde 5 otobüs bizi bekliyordu. Hemen yer kapma yarışına girdik ama Almanya'da bir Türk gibi hareket etmek çok ayıp olacağı için acele etmedim, bu arada grubumuz tamamen dağıldı çünkü otobüsler ayakta yolcu almıyormuş. Ben arkadaki otobüse bindim ve yola çıktık. Nasıl olsa otobüsler birbirinden çok uzak değillerdi. Tam Hollanda sınırını geçtik ki her otobüsün önünde birer motosiklet belirdi. Hepsinde de mavi lamba vardı ve arkalarında ışıkla VOLGEN yazıyordu. Biz de tabii ki dost ve yardımcımız polisleri takip ettik ve bir süre sonra bütün otobüsler park etmiş bir şekilde bekliyorduk. Önce otobüslerde pasaport kontrolü yapıldı. Bizim otobüsten iki kişiyi indirdiler ve sonra polisler ellerinde içinde uyuşturucu olduğu belli olan bir torba ile bunların yanına gittiler ve sorgulama başladı. Bu sırada diğer otobüsler yeniden yola çıktılar. Biz de otobüste beklerken Hollanda'ya uyuşturucu sokmak kadar anlamsız bir hareketi anlamaya çalışıyorduk. Sonunda inen iki çocuk çantalarıyla otobüse geri bindiler ve yolumuza devam ettik.
Kısa sayılabilecek bir yolculuktan sonra Arnhem'e geldik ve trenimizi aramaya başladık. Tabii ki planı anlamıyorduk ve de çoğunluğun beklediği yere gelen ilk trene bindik. Tren ilk istasyona geldiğinde yeni bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu anladık. Anonslar sadece istasyon isminden oluşuyordu ve hiçbir şey anlamıyorduk. Kapıların üzerindeki küçük ekranlarda da bir sonraki durak yazmıyordu ve ne koltuklarda ne de görünür bir yerde istasyon planları vardı. Etraftaki insanlara sormak gerekiyordu ama hangi dilde? Büyük ihtimalle bulunduğum vagonda herhangi bir dilde sorulan bir soruyu cevaplayacak birisi kesin bulunurdu ama bütün gün o kadar çok dumur yaşamıştım ki, ve bu durumlar bitmek bilmiyordu. Yan koltuklarda oturan yaşlı çift birbiriyle sürekli ingilizce konuşurken bir süre sonra adamın Hollandaca da anladığını ve kadının da mükemmel İspanyolca konuştuğuna şahit oldum. Yanımda Alman gazetesi okuyan yaşlı kadın benimle ingilizce konuşmaya başlayınca ben de sonraki durumlar için artık İngilizceyi kullanmaya karar verdim.
Amsterdam'a yaklaşınca Nilüfer'e mesaj attım ve bana 5 dakika yolum kaldığını bildirdi. Sonunda şaşırtıcı yolculuğumun sonuna gelmiştim. Amsterdam merkez istasyonunda yönümü tekrar bulabilir duruma geldiğimde Nilüfer de beni almaya gelmişti. Sonra istasyondan çıktık ve donmuş kanalların arasından geçerek eve gittik.
süper bir maceraymış, herkesin Türkçe konuşmaya başladığı anda bir an kan ter içinde uyanacaksın zannettim:)
YanıtlaSil