Plana göre cuma akşamı Nilüferlerde kalacaktım. Ev buzları kırılmış büyükçe bir kanalın hemen yanındaydı. Kanalın yanında korkuluklar yoktu ve park etmiş arabaları görünce acaba yılda kaç arabayı kanaldan çıkarıyorlar diye düşündüm. Arka yarısı yokmuş gibi gözüken bir kaç araba dikkatimi çekmişti ki Nilüfer bunları açıkladı. Arkalarında hız limiti olarak 45 km/h yazıyordu ve bu arabaları ehliyet alamayanlar kullanıyormuş.
Nilüfer kapıyı açtık ve binaya girdik. Dikkatimi ilk önce yarı helezon şeklinde oldukça dik bir açıyla çıkan merdivenler çekti. Bunun fotoğrafını çekmeyi istedim ama sonraya bıraktım ve bir daha da aklıma gelmedi. Malik ve Eloi ile tanışmadan sonra yemek yedik ve televizyon eşliğinde sohbet ettik. Evin erkek kedisi de beni kabul etti ki problem çıkarmadan beni işaretledi. Eloi ile de yatmadan önce iletişim denemelerimiz oldu ama başlangıçta aramızdaki dil sorunu bunu büyük ölçüde engelledi. Annesiyle Türkçe, babasıyla Fransızca konuşan çocuk, benimle Hollandaca konuşmaya başladı. Bana bir şeyler gösterip birkaç kere 'kijk' dedi ve Nilüfer bunun bak demek olduğunu söyleyene kadar olaya bön bön baktım sadece. Neyseki benim Türkçe bildiğim söylendi de ikimiz de rahatladık. Şimdi düşünüyorum da çocuğun Türkçe konuşabildiğini bilmeme rağmen benim Türkçe konuşmayı denememem de pek zekice bir hareket olmamış.
Akşam erken yattık. Nilüfer bana yatacağım yer olan Eloi'nın odasını gösterdi ve ranzada yatıp yatamayacağımı sordu. Çocukluktan beri çeşitli dönemlerde ranzada yattığım için hiç sorun olmayacağını söyledim ama hayatımda ilk kez ranzanın üçüncü katında yatacaktım. İlk katının olmaması durumda pek bir değişiklik yaratmıyordu ama çok rahat bir gece geçirdim.
Sabah erkenden kalktım ve duş alıp hazırlandım. Malik, Eloi ile dışarı çıktı, Nilüfer jogging yapmaya gitti. Hiçbir plan yapmadığım ve havanın çok soğuk olması nedeniyle evde kalıp kitap okumayı seçtim. Ev halkı geri döndüğünde yeniden hazırlandık ve bu sefer donmuş kanallarda gezmek için Malik'in iş yerine doğru yola çıktık. Tramvay binmek için durağa gittik. Amsterdam'da tramvayda bilet satışı orta kapıdan yapıldığından o kapıyı kullandık. Bileti aldıktan sonra kapının yanındaki okuma cihazına doğru tutup bir saatlik geçerlilik süresini çalıştırdık. Tramvaylarda bir sonraki durak ekranlarda gösterildiği için gitmek istenen yeri kaçırmak imkansız gibi. Tabii asıl sorun gitmek istenen yeri görevliye doğru telaffuz edip kartı alabilmek. İneceğimiz yere çabucak gelmiştik ve neden bilmiyorum ama inerken de kartı okuyucuya gösterdik.
Bir süre yürüyerek ve donmuş kanalların yanından geçerek aradığımız kanala ulaştık. İnsanların çoğunluğu kanallarda yürüyor olmasına rağmen yolda yürümenin oldukça dikkat isteyen bir iş olduğunu anladım. Aynı yolu kullanan arabalara, tramvaylara ve bisikletlere sürekli dikkat etmek gerekiyor. Malik de gelince kanala indik. Eloi kızağına oturunca Malik onu çekmeye başladı ve biz de yanlarında yürümeye başladık. Kanalda yürüyen insan çok azdı, hemen hemen herkes patenle kayıyordu. Sadece köprülerin altında dikkatli olmak gerekiyordu, çünkü orada buzlar kısmen erimişti. Bu nedenle insanlar köprü altından kayarken duvar dibinden gidiyordu. Buzun içine gömülmüş işlevsiz teknelerin arasında yürümek soğuk havaya rağmen oldukça eğlenceliydi. Hep beraber tanrının güzel esprilerinden birini yaşıyorduk, bugün suyun karşısına geçmek için ne Musa'nın ne de İsa'nın mucizelerine ihtiyaç vardı ve herkes için çok olağan bi durumdu. Patenli ya da patensiz bebek arabalarıyla bize katılan anne ve babalar da görüntüyü iyice renklendiriyordu.
Öğlende yemek için küçük bir yere gittik ve kahvaltı türü bir şeyler yedik. Ben o sırada kuzenle ve Barış'la buluşma planları yapmak için telefon görüşmeleri yaptım. Yemekten sonra Nilüferlerden ayrıldım ve kuzenle buluşmak için Damm bölgesine doğru yürümeye başladım. Meydana geldiğimde ACTA karşıtı göstericiler toplanmış, yürüyüş için son hazırlıklar yapılıyordu. Etrafta ayrıca turistlerle fotoğraf çektirmek için bekleyen kostümlü ilginç tipler vardı. Kuzenle superman'in yanında buluşmak için anlaştığımız sırada yanıma ACTA karşıtlarından bir genç yaklaştı ve beni bilgilendirmek istedi. Yalnız beklemekten iyidir diyerek dinlemeyi kabul ettim ve bildiğim şeyleri bir de ondan dinledim. İmza atacağıma dair söz verdikten sonra onun yanından ayrılıp kuzenle buluştuk. İstiklal caddesi gibi bir sokakta yürüyüp dükkanları gezdik, bir yerde de oturup sıcak bir şeyler içtik. Daha sonra Barış aradı ve nerede olduğumu sordu. Ben de gördüğüm ilk sokak levhasını okumaya çalıştım ve yerimden ayrılmamam talimatını alınca da beklemeye başladım.
Barış'ı beklerken Guy Fawkes maskesi taşıyan ACTA göstericileri tam da önümden geçti. Barış da onlardan hemen sonra geldi ve biraz da onunla kanallarda gezdim. Sonra bir şeyler içmek ve ısınmak için bir yere gittik. Epey sohbet ettik, heralde en az beş yıldır görmemiştik birbirimizi. Konuşurken fark ettim ki dünyanın her yerinde benzer sorunlarla boğuşuyoruz. Sonra yavaş yavaş Nilüferlere gidip bavulumu almaya karar verdik, akşam Barışlarda kalacaktım. Acelemiz olmadığı için yürüyerek ama hava çok soğuk olduğundan da acele ederek adresi aramaya başladık. Bu arada teknolojinin de tüm imkanlarını kullanmayı ihmal etmedik. Tam GPS eve az kaldı dediğinde papağana benzer bir kuş sürüsü gördüm ve fotoğraflarını çektim. Şehir içinde böyle bir sürü görmeyi hiç beklemiyordum.
Eve çıktığımızda Barış telefonda Anı ile konuşuyordu ve sonra Anı'nın ateşi çıktığını ve hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledi. Ben de bavulu aldım ve Nilüferle vedalaşarak çıktık. Eloi o sırada Malik'le beraber salonda uyuyordu. Aşağı inince şansımıza yolda o sırada yolcu indiren bir taksi gördük ve hemen o tarafa yollandık. Hayatımda gördüğüm ilk takım elbiseli taksi şoförü bavulumu aldı ve kapımı da tutarak taksiye binmeme yardımcı oldu.
Barışların apartmanında hayatımda ilk kez uzun yol asansörü havasında yaşlılar için oturma yeri olan bir asansör gördüm. Eve gelince eşyalarımı yerleştirdim ve Barış ile Anı çıktılar. Ben de Baran ile evde kalıp Thomas ve arkadaşlarının maceralarını seyrettim. Arada yap boz ve boyama türü oyunlar da oynadık. Neyse ki Anı'nın durumu ciddi değilmiş. Anlatıldığına göre Hollanda'da doktorlar kolay kolay ilaç vermiyormuş, biz de ise tam tersi, doktorlar kolay kolay teşhis koymuyorlar ama buna rağmen ilaç tedavisine hemen başlanıyor. Anı ise hamile olduğundan istisna olarak ilaç alabilmiş. Sonra Barışla ilacı almaya çıktık ve dışarıda Türk restoranında yemek yedik. Arabayla akşam oldukça güzel görünen bir gölün yanından geçtik. Bir dahaki gelişimde havalar da iyi ise o göle gitmem lazım.
Bu hareketli günün ardından çok fazla oturmadık ve yattık. Sabah yine erken kalktım ve ev halkı uyurken hazırlıklarımı tamamladım. Daha sonra kahvaltı yaptık ve Barış beni arabayla istasyona getirdi. Hava soğuktu ama kar yağmıyordu ve ben Nilüfer'in kötümser tahminine rağmen dönüş yolculuğumda trenlerin normal plana uyacağını umuyordum.
Akşam erken yattık. Nilüfer bana yatacağım yer olan Eloi'nın odasını gösterdi ve ranzada yatıp yatamayacağımı sordu. Çocukluktan beri çeşitli dönemlerde ranzada yattığım için hiç sorun olmayacağını söyledim ama hayatımda ilk kez ranzanın üçüncü katında yatacaktım. İlk katının olmaması durumda pek bir değişiklik yaratmıyordu ama çok rahat bir gece geçirdim.
Sabah erkenden kalktım ve duş alıp hazırlandım. Malik, Eloi ile dışarı çıktı, Nilüfer jogging yapmaya gitti. Hiçbir plan yapmadığım ve havanın çok soğuk olması nedeniyle evde kalıp kitap okumayı seçtim. Ev halkı geri döndüğünde yeniden hazırlandık ve bu sefer donmuş kanallarda gezmek için Malik'in iş yerine doğru yola çıktık. Tramvay binmek için durağa gittik. Amsterdam'da tramvayda bilet satışı orta kapıdan yapıldığından o kapıyı kullandık. Bileti aldıktan sonra kapının yanındaki okuma cihazına doğru tutup bir saatlik geçerlilik süresini çalıştırdık. Tramvaylarda bir sonraki durak ekranlarda gösterildiği için gitmek istenen yeri kaçırmak imkansız gibi. Tabii asıl sorun gitmek istenen yeri görevliye doğru telaffuz edip kartı alabilmek. İneceğimiz yere çabucak gelmiştik ve neden bilmiyorum ama inerken de kartı okuyucuya gösterdik.
Bir süre yürüyerek ve donmuş kanalların yanından geçerek aradığımız kanala ulaştık. İnsanların çoğunluğu kanallarda yürüyor olmasına rağmen yolda yürümenin oldukça dikkat isteyen bir iş olduğunu anladım. Aynı yolu kullanan arabalara, tramvaylara ve bisikletlere sürekli dikkat etmek gerekiyor. Malik de gelince kanala indik. Eloi kızağına oturunca Malik onu çekmeye başladı ve biz de yanlarında yürümeye başladık. Kanalda yürüyen insan çok azdı, hemen hemen herkes patenle kayıyordu. Sadece köprülerin altında dikkatli olmak gerekiyordu, çünkü orada buzlar kısmen erimişti. Bu nedenle insanlar köprü altından kayarken duvar dibinden gidiyordu. Buzun içine gömülmüş işlevsiz teknelerin arasında yürümek soğuk havaya rağmen oldukça eğlenceliydi. Hep beraber tanrının güzel esprilerinden birini yaşıyorduk, bugün suyun karşısına geçmek için ne Musa'nın ne de İsa'nın mucizelerine ihtiyaç vardı ve herkes için çok olağan bi durumdu. Patenli ya da patensiz bebek arabalarıyla bize katılan anne ve babalar da görüntüyü iyice renklendiriyordu.
Öğlende yemek için küçük bir yere gittik ve kahvaltı türü bir şeyler yedik. Ben o sırada kuzenle ve Barış'la buluşma planları yapmak için telefon görüşmeleri yaptım. Yemekten sonra Nilüferlerden ayrıldım ve kuzenle buluşmak için Damm bölgesine doğru yürümeye başladım. Meydana geldiğimde ACTA karşıtı göstericiler toplanmış, yürüyüş için son hazırlıklar yapılıyordu. Etrafta ayrıca turistlerle fotoğraf çektirmek için bekleyen kostümlü ilginç tipler vardı. Kuzenle superman'in yanında buluşmak için anlaştığımız sırada yanıma ACTA karşıtlarından bir genç yaklaştı ve beni bilgilendirmek istedi. Yalnız beklemekten iyidir diyerek dinlemeyi kabul ettim ve bildiğim şeyleri bir de ondan dinledim. İmza atacağıma dair söz verdikten sonra onun yanından ayrılıp kuzenle buluştuk. İstiklal caddesi gibi bir sokakta yürüyüp dükkanları gezdik, bir yerde de oturup sıcak bir şeyler içtik. Daha sonra Barış aradı ve nerede olduğumu sordu. Ben de gördüğüm ilk sokak levhasını okumaya çalıştım ve yerimden ayrılmamam talimatını alınca da beklemeye başladım.
Barış'ı beklerken Guy Fawkes maskesi taşıyan ACTA göstericileri tam da önümden geçti. Barış da onlardan hemen sonra geldi ve biraz da onunla kanallarda gezdim. Sonra bir şeyler içmek ve ısınmak için bir yere gittik. Epey sohbet ettik, heralde en az beş yıldır görmemiştik birbirimizi. Konuşurken fark ettim ki dünyanın her yerinde benzer sorunlarla boğuşuyoruz. Sonra yavaş yavaş Nilüferlere gidip bavulumu almaya karar verdik, akşam Barışlarda kalacaktım. Acelemiz olmadığı için yürüyerek ama hava çok soğuk olduğundan da acele ederek adresi aramaya başladık. Bu arada teknolojinin de tüm imkanlarını kullanmayı ihmal etmedik. Tam GPS eve az kaldı dediğinde papağana benzer bir kuş sürüsü gördüm ve fotoğraflarını çektim. Şehir içinde böyle bir sürü görmeyi hiç beklemiyordum.
Eve çıktığımızda Barış telefonda Anı ile konuşuyordu ve sonra Anı'nın ateşi çıktığını ve hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledi. Ben de bavulu aldım ve Nilüferle vedalaşarak çıktık. Eloi o sırada Malik'le beraber salonda uyuyordu. Aşağı inince şansımıza yolda o sırada yolcu indiren bir taksi gördük ve hemen o tarafa yollandık. Hayatımda gördüğüm ilk takım elbiseli taksi şoförü bavulumu aldı ve kapımı da tutarak taksiye binmeme yardımcı oldu.
Barışların apartmanında hayatımda ilk kez uzun yol asansörü havasında yaşlılar için oturma yeri olan bir asansör gördüm. Eve gelince eşyalarımı yerleştirdim ve Barış ile Anı çıktılar. Ben de Baran ile evde kalıp Thomas ve arkadaşlarının maceralarını seyrettim. Arada yap boz ve boyama türü oyunlar da oynadık. Neyse ki Anı'nın durumu ciddi değilmiş. Anlatıldığına göre Hollanda'da doktorlar kolay kolay ilaç vermiyormuş, biz de ise tam tersi, doktorlar kolay kolay teşhis koymuyorlar ama buna rağmen ilaç tedavisine hemen başlanıyor. Anı ise hamile olduğundan istisna olarak ilaç alabilmiş. Sonra Barışla ilacı almaya çıktık ve dışarıda Türk restoranında yemek yedik. Arabayla akşam oldukça güzel görünen bir gölün yanından geçtik. Bir dahaki gelişimde havalar da iyi ise o göle gitmem lazım.
Bu hareketli günün ardından çok fazla oturmadık ve yattık. Sabah yine erken kalktım ve ev halkı uyurken hazırlıklarımı tamamladım. Daha sonra kahvaltı yaptık ve Barış beni arabayla istasyona getirdi. Hava soğuktu ama kar yağmıyordu ve ben Nilüfer'in kötümser tahminine rağmen dönüş yolculuğumda trenlerin normal plana uyacağını umuyordum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder