19 Ocak 2014 Pazar

Rüya içinde rüya

Üniversitenin ilk yıllarında kuzenlerimle Göztepe'de kalıyordum. Haftasonları da yine Göztepe'de oturan başka bir kuzenim bizi kahvaltıya davet ederdi.

Yine günlerden pazardı. Arkadaşlarla geçirilmiş uzunca ve kesintisiz bir cuma-cumartesi seansından sonra evde yalnızdım. Diğer kuzenler kahvaltıya çalıştıkları yerlerden direkt gideceklerdi. Yol yürüme on dakika kadar olduğundan sorun yoktu. Millet toplandığında bana telefon ederlerdi, ben de liseden kazanılmış alışkanlıkla üç dakikada hazırlanıp yol çıkar ve kahvaltıya zamanında yetişirdim. Saat 10 gibi telefon çaldı. Baktım, kuzen arıyordu:

F: Kahvaltıyı hazırlıyoruz şimdi, hadi, çık gel.
B: Hemen hazırlanıp çıkıyorum.

dedim ve ahizeyi yerine koydum (evet, ahizeli yıllar) ve giyinmek için odaya döndüm. Bir süre sonra telefon yine çalmaya başladı. Yine kuzen arıyordu:

F: Hadisene oğlum, masa hazır seni bekliyoruz.
B: Tamam abi, kusura bakma uyuyakalmışım, hemen hazırlanıyorum.

diyerek kaybettiğim zamanı nasıl geri kazanabileceğimin planlarını da yaparak giyinmeye başladım. Daha doğrusu giyinmeye başladığımı sandım, çünkü telefon yine çalıyordu.  Ahizeyi kaldırmamla beraber

F: Şansını kaçırıyorsun bak, biz başlıyoruz artık.

sözlerini duymam bir oldu.

B: Tamam abi, giyindim, on dakikaya orada...

diye bir yalan uyduruyordum ki telefon çalmaya başladı. Bir an durakladım. Bir kaç kere daha çalınca durumun acil olduğunu düşündüm. Yoksa neden telefonda konuşurken telefon çalsın ki? Uyanıp telefona bakmaya karar verdim. Tabii ki arayan yine kuzendi ve sinirle konuşmaya başladı:

F: Sabahtan beri kaç kere arıyorum hıyarağası. Neden telefonlara bakmıyorsun?
B: Abi belki bana inanmayacaksın ama yemin ederim hepsine baktım.
F: Hadi kes şimdi, çabuk gel. Sana sucuklu yumurtalı kalmadı ama.
B: Tamam, çıkıyorum hemen.

Çabucak hazırlanmaya başladım. Sonra da... Bir dakika, telefon çalıyor yine. Bakayım,  ardından devamını anlatırım.

18 Ocak 2014 Cumartesi

Proje toplantısı

Proje toplantıları şirketlerde kullanılan vaz geçilmez araçlardan biridir. Eğer böyle bir toplantıya davet edilme şanssızlığına uğramışsanız denemeniz gereken ilk şey toplantıya katılmamak için bir mazeret bulmaktır. Mazeret bulmak zorunda olmadığınız bilinen tek durum, toplantıda hiçbir tartışmaya girmeyeceğinizin ve başkaları arasında eğlenceli tartışmaların geçeceğinin garanti olduğundadır.

Toplantıda rolünüze göre yanınızda bulundurmanız gereken bazı kırtasiye malzemeler olacaktır. Not alacaksanız ya da toplantı boyunca sadece "Burada ne işim var?" şekilleri çizecekseniz kağıt ve kalem en iyi dostunuzdur. Eğer içinde bulunmayacağınız kanlı ya da kansız ama  sert tartışmalar bekliyorsanız patlamış mısırın yerini hiç bir şey tutamaz. Eğer tartışmalara katılmak durumunda kalacaksanız ve tabii ki mazeret bulamadıysanız tartışmaların aktörlerine ve şiddetine göre alkollü içecekler, uyuşturucular ya da beylik tabancası gibi çözümler düşünülebilir. Burada olası bir yanlış anlamaya karşı hemen söyleyeyim, intihar etmek hiç bir problemi çözmez.

Buraya kadar her şey literatürde kolayca bulunabilen ve yıllardır denenmiş metodlardır. Son zamanlarda şirkette kullandığımız yeni bir yöntemden kısaca bahsetmek istiyorum. Toplantılarımızın hemen hemen daimi elemanlarından olan Sormacan, soruyu soran kişiden bağımsız olarak sorulan sorulara karşı bir erkekten beklenmedik şekilde "Hayır! Olmaz! İmkansız!" gibi cevaplar vermesiyle tanınan bir arkadaşımızdır. Bunu bilen diğer toplantı katılımcıları da Sormacan'a bu sorulara evet cevabı verene kadar çeşitli sorular sorar. Bu ilk bakışta kolay bir iş gibi görünse de mantıktan çok daha fazlasını gerektiren bir oyun olduğu konusunda bana güvenin, çünkü Sormacan çok farklı bir evrende çok farklı bir zamanda kurulmuş bir mantık sistemi kullanır. Evet cevabı aynı zamanda oyunun ikinci aşamasını da başlatır.  Bu aşamada amaç Sormacan'ın savunduğu bir önermenin yanlış olduğunu kendisine kabul ettirmektir. Bu oyun Sormacan sessiz kalıncaya ya da toplantıyı yönetenin katılımcıları ciddiyete davet edinceye kadar sürer. "Tabu : Proje Toplantısı" adını verdiğimiz oyun sizin de toplantılarınızı ortalama yaklaşık bir saat uzatmasına rağmen daha eğlenceli bir hale getirebilir.

Son olarak şunu da belirtmeliyim, bu oyunu mobbing'in yasak olduğu şirketlerde oynamayın. 

13 Ocak 2014 Pazartesi

Dumur yaşta değil baştadır

Geçtiğimiz Ekim'de çocukların sonbahar tatilini fırsat bilip Türkiye'ye akraba ziyaretine gitmiştik. Akraba ziyaretine gidilir de arkadaşlarla buluşulmaz mı? Tabii hem kısıtlı zaman hem de akraba ve arkadaş çokluğu nedeniyle hemen organizasyon planlarına başladım. Gölcük'teki akrabalarla ilkokuldaki arkadaşlarla görüşmeyi aynı güne koydum. 

Arabayla teyzemlerin evine çıkarken yirmi küsür yıl yaşadığım şehrin kırkbeş saniye içinde nasıl bu kadar değişebildiğini düşünüyordum. Şehrin hemen hemen her yıl gitsem de benim hiç bilmediğim ve öğrenmek isteği duymadığım yerlerinde yol alıyorduk. Tam bu sırada fotoğrafların konusu olan meşhur, üç dört yaşında sümüklü bir çocuğun attığı taşın arabaya isabet etmesiyle babam aracı durdurdu ve camı açıp çocuğa fırça atmaya başladı:

Babam: Ne yapıyorsun oğlum?
Çocuk: Ben. Eeee. Yapmadım.
Babam: Arabalara taş atılır mı? Git kenarda oyna bakayım.
Çocuk: Sana ne lan? Kes sesini!

Bu karşılık üzerine dumurlara doğru yelken açmaktaydık ki babam da son kozunu oynadı.

Babam: Aferin lan sana.
Çocuk: ???

Şimdi çocuk şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemez vaziyetteydi. 


11 Ocak 2014 Cumartesi

Almanya ve Bavyera

Almanya'da gördüğüm kadarıyla inançlara saygı gösteriliyor ama arkadaşlardan duyduğum kadarıyla Bavyera'da öyle bir şey yokmuş.  Bu konudan başlayarak aramızda şuna benzer bir konuşma geçti:

Ma: Bavyera'da katoliklerden başkası kabu edilemez. Bavyeralıyım anlarım biraz bu işlerden.
Ra: Bir arkadaş Bavyera'da çocuğunu okula kaydettirecekti. Okuldan gelen yazının birinci sayfasında 'Bavyera'da ilkokulda din eğitimi şarttır', ikinci sayfada  'Okulumuzda katoliklik ve diğer hristiyanlar için protestanlık öğretilmektedir. İnançsız olanlar için de 20 km uzakta başka bir binada ahlak dersleri verilmektedir.' ve üçüncü sayfada da 'Tekrar hatırlatmak isteriz ki, Bavyera'da ilkokulda din eğitimi şarttır' yazıyormuş. Arkadaşı da çocuğu haftada bir kere okuldan alıp 20 km uzağa götürüp dersten sonra tekrar geri getirmeyi istemediğinden 'inançsız' çocuğunu protestanlık dersine yazdırmış.
Be: Acaba Bavyera'da bir kiliseden ayrılıp bir başkasına katılmak nasıl oluyordur? Heralde sadece tabutta yapılabiliyordur.
Ma: Mümkündür, Bavyera'da hala idam cezası var ve katolik kiliseden ayrılmak da bu büyüklükte bir suç.
Mi: Bavyera'dan emin değilim ama Hessen'da idam cezası hala var.
Be: Almanya'da idam cezası yok ama, nasıl oluyor bu iş?
Mi: Federal yasalar eyalet yasalarının üzerinde olduğundan uygulanamıyor tabii ki. Kanunu iptal etmeye de gerek olmuyor bu durumda.
Ma: Kanun iptal edilmiyor çünkü Bavyera ileride Almanya'dan ayrılınca hemen uygulanabilecek.
Be: Böyle planlar var demek.
Ma: Elbette :)

Biz işin şakasındaydık ama Bavyera gerçekten de pek tekin bir yere benzemiyor. Bir nevi paralel devlet.

Not: İnternette yaptığım araştırmalara göre Bavyera'da idam cezası 1998'de kaldırılmış ama Hessen'da hala duruyormuş.

8 Ocak 2014 Çarşamba

Karadeniz fıkraları

Geçtiğimiz haftasonu İstanbul'daydım ve tabii ki birkaç tane Karadeniz fıkrası öğrendim. Tabii ki bu fıkraları anlatmaya kalksam 'Halamlar bir gün evdeyken' ya da 'Annem bir gün köyde' diye başlamam gerekecek. Akraba ile ilgili haberleri gülmeden almak mümkün değil. 'Ay geçen cenazede bir güldük bir güldük, keşke sen de orada olsaydın'. Aile Addams Family'nin Temel şubesi sanki. Sonunda dayanamadım ve 'Ben bunları internette yazarım' dedim. Annem de 'yaz ama isimlerimizi verme' dedi ve şu fıkrayı anlattı:

    Bizim köyde ... abla vardı. Bir gün bizim evin orada kenarda üzerini değiştirirken onu çıplak gören biri takılmış ona.
+ ... abla, seni üzerini değiştirirken gördüm.
- Gör.
+ Ama çıplaktın.
- Olsun.
+ Fotoğrafını da çektim ama.
- Çek.
+ İnternete koyacağım fotoğrafını.
- Aman başıni koma. Taniyan felan olur.

Merak etme anne, isimlerinizi vermedim işte.





1 Ocak 2014 Çarşamba

Yeni masam

Noel hediyem olan alet masasını kurmayı sonunda başardım. Aslında 'başardım' gerçeği pek yansıtmıyor. Parçaları masayı andıracak şekilde birleştirebildim demek daha doğru olur. 

Birleştirme kısmı tam bir maceraydı. Bu konudaki yeteneksizliğimi defalarca kanıtlama şansını buldum. Bacakları ve çekmece katını taktıktak sonra her parçayı ters takmış olduğumu fark ettim. Bütün parçaları söktüm ve sağdakileri soldakilerle, öndekileri de arkadakilerle değiştirdim ve o kısmı böylece hallettim. Çekmece kısmı ise her zamanki gibi bisiklete binmeye benzemiyordu. Çekmece takmayı her defasında yeni baştan öğrenmem gerekiyor. Bunu da deneme yanılma yöntemiyle ve tabii ki çekmece katını iki kere söküp takarak bitirdim.  Aletlerin asıldığı kısmı ise aslında hala bitiremedim. Sorun deliklerin mesafelerinin doğru olmamasıydı. Bu hatayı düzeltmeden öyle bıraktım. Masanın en üst kısmında ise montaj kılavuzunda eşit olduğu iddia edilen boyutların eşit olmaması nedeniyle çıkan sorunları da tahtayı keserek hallettim.

Sonuçta hükümet gibi dimdik duramasa da hala ayakta olan bir masam var. Yerleştirmeye yeni başlamıştım ki bu işin de planladığım şekilde gitmeyeceğini anladım. Nedeni de aşağıdaki fotoğrafta görünüyor.

Yoshi baş köşeyi kendine almış