Başlangıçta pek sevmezdim, heralde diğer çocuklardan daha küçük ve zayıf olduğumdan son depar kısmında hep kaybettiğim için. Zamanla zayıflığımı başka yeteneklerimle kapamayı öğrendikçe bu oyundan da zevk almaya başladım. Doruk noktasını da Ulaşlı'da apartmandaki çocuklarla oynarken yaşadım.
Ulaşlı, İzmit körfezi kenarında Gölcük'le Karamürsel arasında bir köy. Geçimini neyle sağlar, okur yazar oranı nedir bilmem, sadece amcamlar orada yaşardı ve ben tatillerde onlarda kalırdım. Kuzenlerimle öğlende uyanır, akşama kadar balık tutar, sonra top oynardık. Hava karardıktan sonra da saklambaç.
Amcamın oğlu Atilla benden bir yaş büyük, daha uzun ama heralde benim kadar zayıftı. Beraberce saklambacın takım oyunu olduğu inancını taşıyorduk. Oyuna başlamadan önce evden şapka ve rengi iyice solmuş gri pelerini alırdık ve bir İngiliz beyefendisi gibi sakince saklanırdık. Ebe bizi görse bile ismimizi söylemeye çekinirdi çünkü bu kıyafet oyun boyunca defalarca sahip değiştirirdi.
Gece oynarken kullandığımız bir başka yardımcı ise gölgelerdi. Bunların bana karşı kullanıldığı da çok oldu. Bir keresinde Müjdat benim yumduğum yerin tam karşısındaki çalılıktaki açıklığa oturdu ve benim uzaklaşmamı bekledi. Orada oturan biri olduğunu fark etmeme rağmen kim olduğunu göremiyordum. Gölgeler onu gözlerimden saklayabiliyordu ama acaba kulaklarımdan da saklayabilecek miydi diye düşündüm ve yerden aldığım taşları çalılığa atmaya başladım. Artık emindim, Müjdat'ı da sobelemiştim böylece.
Yine o akşam yavaş yavaş yumulan yere yaklaşmak için adımımı atarken ayağımın altından bir ses geldi:
- Yılmaz abi, aman basma.
- Kim var orada?
- Abi, ben Soner, yerdeyim.
- Ne yapıyorsun orada?
- Saklanıyorum.
- Yol ortasında mı?
Çok saçma bir soruydu, üzerine basmak üzereyken bile göremediğim birini ebe uzaktan hiç göremezdi.
Bir gün Atilla ile saklambaca artık korku öğelerini de katmanın zamanı geldiğini düsündük ve plan yaptık. Yakında perili diye bilinen yıkık dökük ahşap evin panjurlarına misina bağladık. Çekip bırakınca panjurlar açılıp kapanıyordu. Ben misina elimde bahçe duvarının altında sindim ve kurbanlarımı beklemeye başladım. Atilla çocukları beni aramak için eve doğru getirecekti ve ben de perileri herekete geçirecektim. On dakika kadar beklememe rağmen ne gelen vardı ne giden. Acaba ne oldu diye merak etmeye başladım ve saklandığım yerden çıkıp apartmana doğru görünmeden yürümeye başladım. Bir de ne göreyim? Çocuklar oyundan sıkılmış rıhtımda oturuyorlar, Atilla da oynamaya devam etmek için onları ikna etmeye çalışıyor. Oynamayacaksak bari çarşıya gidelim dediğini duydum ve yine görünmeden yerime döndüm. Eğer çarşıya gitmek isterlerse evin önünden geçmek zorunda kalacaklardı ve bunu kaçırmak istemiyordum. Yine bir süre geçti ve ben hala bekliyordum. Bu sırada da düzenek çalışıyor mu diye denemeler yapıyordum. Beş dakika kadar sonra bütün çocukları yoldan bana doğru gelirken gördüm. Önlerinde de Serkan, bağırarak perili evde bir şeyler gördüğüne dair yeminler ederek geliyordu. Atilla da grubun arasındaydı, büyük gösteri için tek bir şansım vardı ve bunu iyi kullanmalıydım. Çocukların biraz daha yaklaşmasını bekledim. Ağaçları da geçtiler ve artık evin önündeydiler, onları çok ne görüyordum ve onlar da bir şeyler görmek istiyorlardı. Serkan palavracı durumuna düşmek istemiyordu ve Atilla da planının çalışmasını diliyordu. Sonunda daha fazla beklememeye karar verdim ve kuklamın iplerini çekip bırakmaya başladım. Panjurlar gürültüyle açılıp kapanmaya başladı. Çocuklar önce inanamayarak donakaldılar, bu sırada misinayı daha güçlü çekmeye başladım ki panjurların gürültüsünden daha şiddetli bir çat sesi çıktı. Bunun üzerine herkes apartmana doğru kaçmaya başladı, Atilla da en inandırıcı kaçışını sergiliyordu. Bütün gösterinin tek zayıf noktası kaçarken 'Ne oldu? O ses neydi?' sorusuna Atilla'nın koşarken verdiği 'Heralde misina koptu.' cevabıydı.
Misina kopmuştu, gösteri bitmişti. Şimdi sahneden inmeliydim ama hikaye devam ediyordu. Duvardan atlayıp hemen eve dönemezdim, çarşı yolundan gelmeliydim ki bu kadar zamanki yokluğumu açıklayabileyim. Bu da bahçenin içinden geçmem demekti. O anda karanlıkta yalnız kalmaktan korktuğum aklıma geldi. Aslında yalnız olduğum pek söylenemezdi, perili ev hemen yanımdaydı. Bastığım yerleri görmeden o bahçeden nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Daha sonra rıhtıma geldiğimde çocuklar hala birbirlerine neler gördüklerini anlatıyorlardı. Benim de çarşıdan geldiğimi duyunca olayları heyecanla bir de bana anlattılar.
Tabii ki daha sonra hikayenin aslını açıklamak zorunda kaldık, ertesi gün dudaklarında uçuklar çıkan çocukların anne ve babaları bir daha böyle bir oyun yapmamızı yasakladı. Daha sonra da saklambaç oynadığımızı hatırlamıyorum. Mesleği zirvede bıraktık yani.